28 Temmuz 2011 Perşembe

Deniz mi Olsam?


DENİZ
Üzerinde ala bulut
Üstünde gümüş gemi
İçinde sarıbalık
Dibinde mavi yosun
Kıyıda çıplak adam
Durmuş düşünüyor
Bulut mu olsam, gemi mi yoksa
Yosun mu olsam, balık mı yoksa
Ne o, ne o, ne o, ne o
Deniz olunmalı oğlum
Bulutuyla, gemisiyle
Balığıyla, yosunuyla
Deniz olmalısın oğlum Deniz.
   Nazım Hikmet Ran

26 Temmuz 2011 Salı

İki Kutu = Gazetelik...

Malzemem yine A4 kağıdı kutuları.Ne zamandır aklımda bir gazetelik yapma fikri vardı.Önce ahşap alıp, boyamayı düşündüm.Ama daha önce kullandığım ahşap obje çok dayanıklı çıkmadı.Eve düzenli gazete ve dergi aldığımız için hem büyük hem de dayanıklı olması gerekiyordu.Sonra aklıma iki kutuyu birleştirmek geldi.
Diğer aşamaları da resimlemiştim.Ama küçüğüm onları silmiş .O yüzden kısaca anlatayım.İki kutuyu yanyana birbirine yapıştırdım.Yanlara ve ortadaki kısma metrelik elyaf geçirdim ve içeri doğru biraz pay bırakarak yapıştırdım.Taban kısmı sağlam olsun diye o kısma da sert mukavva keserek yapıştırdım.Bütün yapıştırma işlemeleri sıcak silikonla yapıldı.Dış kenarları ve ortayı deri kumaşla kapladım.Bu kumaşın metresini  Bursa kumaş pazarından 6 TL'ye almıştım.Bir metre kumaş yeterli geldi, biraz da arttı.Ondan da cüzdan dikmeyi deneyeceğim. Üst kısma tüylü harçlardan geçirdim.Ve sonuç:
 

Unutmadan iç taban kısmına kapitone kumaşla örtü yaptım.Bir kısım dergilik,diğer kısım gazetelik oldu..

Not:Şu anda büyük bir işe başladım.Bu sıcakta nasıl yapacağım bilemiyorum ama koltuklarımı kaplıyorum.Boyumu aşacağı kesin.Yine de azimliyim.Sonucu sizinle de paylaşırım...


25 Temmuz 2011 Pazartesi

Küçük Prens...

Aslında bugün yeni yaptığım gazeteliği paylaşacaktım sizlerle.Ama küçük yaramazım makinedeki bütün resimleri silmiş.Akşam tekrar çekeceğim ama yapım aşamaları olmayacak ne yazık ki..

Bu arada resimlere bakarken Küçük Prens çantasını eklemediğimi gördüm.Küçük Prens romanında küçük bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır.Basit bir çocuk romanı gibi görünür ama hayat üzerine derin anlamlar içerir.Benim en sevdiğim romanlardan biridir ve simgesi haline gelmiş çocuk figürüne de bayılırım.
Arkadaşım kendisine hediye gelen bir önlüğü kullanmadığı için böyle bir çanta haline getirtmiş.Yalnız hem gövde hem de saplar uzun olmuş. ben de bu kısımları kısalttım.Bu temadan yastıkta güzel olur değil mi?


21 Temmuz 2011 Perşembe

12.07.2011 Borçka-Karagöl-Muratlı...

Bugün Karadeniz kıyılarında son günümüz.Borçka üzerinden Karagöl'e çıkacağız.Müziğimizi açalım ve erkenden yola çıkalım...
Karagöl'e  Hopa'dan Arhavi'ye giden anayoldan Borçka yoluna dönülerek gidiliyor.Önce geniş ve asfalt bir yol ile dağa tırmanıyoruz.Zirvede Cankurtaran Geçidi var.Manzara yine muhteşem ama uçuruma çok yaklaşmamam lazım.Burada Karayolları'nın bir birimi var.
Cankurtaran Geçidi'nden sonra yol inişe geçiyor.Borçka'ya geliyoruz.Çoruh nehrinin yanına kurulmuş Borçka..
                           
 Çoruh nehri..
 
Borçka'dan çıktık, yarım saat sonra Karagöl'ün girişindeyiz.Girişin solundan  Maçahel yaylasına yukarı doğru yol ayrılıyor.Buraya kadar geldiğimiz yol asfalt ve genişti.Bundan sonra toprak yol başlayacak.Parktan çıkan arabadakiler bizi uyarıyor "yol bazı yerlerde engebeli ve dar" diye.Uyarıya ne gerek,ben biliyorum başıma geleceği. Bu arada Park ücreti  7,5 TL.Ayder'de ise 10 TL. 
Bu sefer tecrübeliyim.Arabada yolun uçurum tarafını görmeyecek kısma oturuyorum.Eşim "korkma, uçurum tarafı ağaçlık " diye beni teselli ediyor.Şaka yapıyor olmalı, uçunca ağaçlar bizi tutacakmış..Neyse bitki örtüsü muhteşem ve çok değişik.Zaten parkın girişinde bitkilerden örnek alınmamasına ilişkin ikaz tabelası var. 
Yol çok uzun, en az 5 km.Bitkilere bakıyorum, dakikaları sayıyorum.O daracık yolda karşıdan araç gelince dua etmeye başlıyorum.Bugün bile anlayamadım o kadarcık yoldan nasıl iki araç karşılıklı geçebildi.
Bazı kısımlarda yola şelaleler dökülüyor.Bu gördüğümüz ve ismi olan en büyük şelale. 
Ve nihayet Karagöl'e geldik.Otoparka parkedip, biraz içeri yürüyorsunuz.Aman Allahım!!! İnanılmaz bir manzara.. 
Ben daha önce göl görmemişim. 
           Sanki İsviçre'deki bir göl manzarasına bakıyorum.

 Gölün üstü hafif sisli.Biz saat 2 civarı oradaydık.Gölün üstü bir saat içinde sisle kaplandı ve göl görünmez oldu.Bir kaç saat sonra turla gelen kişiler gördük.Onlar için üzüldüm, çünkü o kadar yol gelip, gölün o muhteşem manzarasını göremediler.Tabii onlar bunu bilemezdi, tur yetkililerinin bilmemesine ise olanak yok.. 

Gölün çevresi ağaçlık ve ağaçların arası geniş yapraklı bitkilerle dolu.Hafif sisle birlikte büyülü, masalsı bir hava var burada.


 Burada da mangalı yakıp, yemeğimizi yedik.Göl çok büyük olduğu için kıyının bir kısmının gezip,yola düştük.  Dönerken Muratlı barajına da uğradık.Barajın suları altında kalan caminin minaresi ve Çaykur fabrikasının bacası.      

                      
  Televizyonda camiinin imamının her namaz vakti minareden ezan okuduğunu dinlemiştik.İmamı göremedik
     ama minarenin ışıkları yanıyordu.Barajın kenarında Karşıköy var.Köyün üst kısmı Gürcistan sınırına çok yakın
Borçka'dan Hopa'ya otelimize döndük. ve ertesi gün Ankara'ya yola çıktık.Önce Rize'de yol kenarındaki Zaimoğlu Tesislerinde mola verdik.Buradan Rize dokuması çarşaf aldım.Bu eski pamuklu dokumalara bayılıyorum.Hem sağlıklı hem de nostaljik.Vakfıkebir'den ekmeğimizi, Terme'den de pirinç aldık.Son olarak Araklı'nın mısır ekmeğini alıp, Samsun'a kadar durmadık.(Bu ekmek bildiğimiz mısır ekmeklerine benzemiyor.İçi hamurumsu, değişik ve oraya özgü bir lezzet) Bu şekilde Ankara'ya ancak gece yarısı varabildik.

Sizinle de uzun uzun paylaştığım sadece beş günlük gezim bu kadar.Umarım siz de okurken sıkılmamış ve benim aldığım keyfi almışsınızdır.Bu gezi de bir kere daha hissettim ki bizler değişik kültürlerin harmanlandığı ve
içiçe yaşadığı, cennet parçası bu yurda sahip olduğumuz için çok şanslıyız. 

20 Temmuz 2011 Çarşamba

11.07.2011 Ayder Yaylası-Galer Düzlüğü....

Bugün öğlen Ayder yaylasındayız.Bu sefer müziği başa aldım, resimlere bakarken açmayı unutmayın.Çünkü o dağlarda  karın hem sesi hem kendisi var.
Ayder yaylasına Ardeşen ilçesinden geçerek gidiliyor.Ardeşen kıyı boyunca gördüğüm en büyük ilçe oldu.Fırtına deresi yol boyu sizi yalnız bırakmıyor.
Fırtına vadisi... 
 Dağlardan akan suların görüntüsü muhteşem ve her köşede karşınıza çıkıyor..
Gitgide bulutların üstüne çıkıyorsunuz. 
Ayder'e gelmeden Çamlıhemşin ilçesinden geçiyorsunuz.Dağların arasına sıkışmış, küçük bir ilçe.Tam çarşısından geçerken bir pastane camında 'Hemşin ketesi ve lokumu bulunur" yazısını görünce "bu nasıl bir şeydir" diyerek duruyorsunuz.Hemşin ketesi bildiğimiz keteye benziyor yalnız içine un helvası konmuş yani tatlı bir kete.Hemşin lokumu ise uzun yapılmış un kurabiyesi.Merakımızı giderdik, dağa çıkmaya devam.. 
 
Ve Ayder yaylasındayız.Yolu asfalt ve geniş.Yolculuk rahat ve zevkli geçti.
 
Burada kalabileceğiniz bir sürü pansiyon var.Manzara yine muhteşem.Bir daha ki gelişe mutlaka bir kaç gün kalmalı ve dağ yürüyüşü yapılmalı..
Ayder çok güzel ama hedef daha yukarıdaki Galer düzlüğü ve Kavrun yaylaları..
 
Fırtına yine yanımızda...
 
İşte dağdan inen ve erimemiş kar kütlesi..Resim çektirmeden olmaz..
 
Yol toprak, engebeli ve bir tarafı uçurum.."Niye çıktık buraya, Ayder yeterdi " diye söylenen ben...
 
Elim kalbimde, kalbim durmuyor, gözlerimi kapıyorum, olmuyor.Bir taraf korkunç uçurum.Arabanın altı arada sürttükçe " Ohh olsun diyorum" ama grup kararlı ve benim gibi korkmuyor..Ve nihayet Galer düzlüğü..
 
Kaçkar dağlarının kuzey eteklerine gelmişiz, ne mutlu bize..Derenin yanında bir yer bulup, mangalımızı yakıyoruz.Başımıza çiğler yağarken ve soğuktan titreyerek, yemeğimiz yiyoruz.
 
 
Fırtına ile anım olsun değil mi?O korkunç yola katlandıktan sonra değdiğini görmek en güzeli...
Diğerleri benim kadar korkmadılar ama yemeği hemen yiyip etraf iyice sis olmadan yola düştüler.Ne olur ne olmaz.Yörenin insanı alışkınmış bu yollara ama benim açımdan bu kadar yükseğe arabayla gitmek,  bir kere yeter.Yürüyerek gitmeyi tercih ederim.En azından başım daha az döner..
Dönüşte Ayder'de kuzine yanında çay içtik, hepimiz donmuşuz.

Yarın daha da yükseğe çıkıyoruz.Programımızda Borçka-Karagöl var...

19 Temmuz 2011 Salı

11.07.2011 Hopa-Kemalpaşa-Sarp...

Pazar gecesi Hopa'da Cihan Otel'de kaldık.Ana cadde üzerinde temiz ve güzel bir otel.O gece Hopa'da Haluk Levent'in bir konseri vardı.Bizde dinlemeye gittik ama bir süre sonra kavga çıktı.Yanımızda çocuklar olduğu için ayrılmak zorunda kaldık.On beş sene öncesine göre kötü bir kentleşme var Hopa'da.Aslında Arhavi dışında kıyı boyunca bütün ilçeler aynı kaderi paylaşmış.Yol kenarları çok katlı, aceleye getirilmiş binalarla dolu.Bu sebeple ilçelerin içinden çok dağları, tepeleri ve de denizi çekmişim .Sahil yolu ise çok düzgün, Sarp'a kadar çift yönlü ve yolculuğumuz çok rahat geçti.Hopa çarşısında biraz  gezip, Kemalpaşa'ya yol aldık.Yine başı dumanlı tepeler..

Kemalpaşa Hopa'ya on kilometre uzaklıkta küçük bir ilçe.Cadde kenarında pek çok dükkan var.Daha önceki yıllarda sınırdan geçen Gürcülerin bavul ticareti sebebiyle bu dükkanlar çok iş yapıyormuş ama bu sene Gürcistan'ın vergileri arttırması sebebiyle çoğu boştu.Burada  İstanbul'daki Mahmutpaşa'nın havası var, sadece fiyatlar düşük değil.Ayrıca Kemalpaşa'nın çıkışında İstanbul AVM kurulmuş.Artvin dahil pek çok yerden alışverişe gelenler var.Bizdeki AVM'lerin küçük versiyonu.Anlayacağınız orada da AVM kültüründen  kurtulamadık. Kemalpaşa'da büyük ve güzel bir kumsal var.Akşam Ayder yaylasından dönüşte de kumsala uğradık.
Kumsal'ın biraz arkasında çok eski ve büyük bir kilise yıkıntısı vardı.Önümüzdeki sene restore edilmesi planlanıyormuş.O halini de görmek isterdim.Akşam olduğu için ne yazıkki resimler çok net çıkmadı ama paylaşmak istedim.
 Kemalpaşa'ya kumsaldan bir bakış..
Ve Kemalpaşa'dan bir kaç kilometre sonra Sarp sınır kapısı.Geçen sene Edirne'ye gitmiştim, böylece güzel yurdumun iki ucunu da görmüş oldum. 
Sınır kapısının üstünden görülen köy Gürcülere ait.Kapının sağ tarafında ise Türk köyü var aralarından bir nehir geçiyor. 
Sarp'ın bizim olan kısmında tırlar sıralı, karşıya geçen pek Türk yok.Ama oradan bu kısma geçen Gürcüler çok fazla ve çoğunluğu bayan.Pasaportumuzu unuttuğumuz  ve zamanımız kısıtlı olduğu için karşıya geçemedik ama önümüzdeki sene için eşimle Batum üzerine programlar yaptık.
Dönüş tekrar Hopa'ya.Öğlen gittiğimiz Ayder'i ise ayrı bir post yapmak istedim yoksa çok uzun olacak..
Son olarak Kazım Koyuncu'yu anmadan geçemeyeceğim.
Hopa'nın benim için her zaman özel bir yeri vardır.Çünkü bana Karadeniz türkülerini sevdiren Kazım Koyuncu o yörenin insanıdır. Kazım Koyuncu'nun aramızdan ayrılalı altı uzun sene oldu.Öldüğü zaman ne kadar üzüldüysem, onu dinlerken aynı acıyı hissediyorum.Özellikle kendini sanatçı sanan ve öyle lanse edilen medya  soytarısı insanları gördüğüm zaman, onun bu kadar erken gitmesi yüreğimi eziyor.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

10.07.2011 Sümela Manastırı

Pazar günü erken saatlerde kahvaltımızı yapıp, Sümela Manastırı'na doğru yola çıktık.On beş sene önce bir iş seyahati sırasında kaçamak yaparak, Sümela'ya gitmiştim.Manzarası ve mistik havası hiç bir zaman aklımdan çıkmadı.Manastıra giderken , Trabzon'dan sonra yön tabelası olmadığı için ayrımı kaçırdık ve epey ileriden dönmek zorunda kaldık.Havaalanı tarafından gidildiğinde her adım başı yön levhası olduğu halde geliş kısmına koyulmamıştı.Eğer siz de arabanızla giderseniz Trabzon'dan çıkışta Gümüşhane yolu na dönmeniz gerekiyor.
Yol Maçka vadisi boyunca devam ediyor ve nehir sürekli sizi takip ediyor.
Bir tarafınız ise yemyeşil dağlar..
Ve Maçka'dan bir kaç kilometre sonra Sümela Manastırı bütün heybetiyle karşınıza çıkıyor.Siz yukarı bakıyorsunuz ve bu Manastır buraya nasıl yapılmış diye hayretler içinde kalıyorsunuz.Yukarıya yürüyerek çıkmak, hele çocuklarla epey zor.Arabayla daha yakınına gidebiliyorsunuz ama yol toprak ve  bir kenarı uçurum.Benim gibi yüksekten korkuyorsanız elini yüreğinizde dualar ederek gidiyorsunuz ve yürüyerek iniyorsunuz.Özellikle inişi yürümenizi şiddetle tavsiye ederim.Enfes bir manzara eşiliğinde doğa yürüyüşü..
Sümela Manastırı 13 yy.da yapılmış ve zamanla genişletilmiş.Giriş yetişkinler için 8 TL.18 yaşından küçük olmadıkça öğrenci olmanız farketmiyor, aynı parayı veriyorsunuz.Kendi ülkenizde turistlerle aynı parayı verdiğiniz için söylenerek Manastır'a giriyorsunuz.Ayrıca girişte yer alan kısa  bilgi dışında, müze yönetimi Manastır'ın tarihini anlatan bir dokümanı sizden esirgediği için merakınızı turist rehberlerinin anlattıkları ile gideriyorsunuz.
Manastır'ın avlusundaki mağara Kilise.İçeride flaşla resim çekmeye izin verilmediği için ancak dışını çekebildim.Duvardaki freskler İncil'de geçen olayların betimlemesi.
Manastır'ın pek çok yeri  restore edildiği için gezmeye açılmamış.On beş sene önce Kilise'yi gördüğüm zaman çok üzülmüştüm.Duvardaki fresklerin çoğunun gözleri oyulmuştu ve aptalca yazılar vardı.Bu sefer bunlar düzeltilmiş ve yazılar kaldırılmış.Bulutlar içindeki Sümela'yı arkamızda bırakarak dönüş yoluna düştük.
Maçka'ya gelmeden Altındere Alabalık Çiftliği'nde durduk.Aynı zamanda yöresel yemekler sunulan bir tesis burası.
Gezdiğim yerlerin tarihi ve doğal güzellikleri kadar yemekleri de ilgimi çekmiştir hep.Yalnız Yurtdışında bu konuda çok seçiçiyim.Elimde değil, hemen hemen hiç bir  şey yiyemiyorum.Altındere'de yediklerimizin resmini çekmeyi unutmuşum ne yazık ki..Hepsi birbirinden lezzetliydi.Guymak(Fırınlanmış mısır unu ve telli peynir), kaygana (bir çeşit otlu omlet), kara lahana sarması (pirinçli ve az kıymalı), kara lahana çorbası (kara lahana, barbunye ve mısır), alabalık (boyutu biraz küçüktü) ve fırında sütlaç (üzeri kaymaklı ve bol fındıklı)..
Çok sevdiğim Rize'li arkadaşlarım vasıtasıyla yöresel yemeklerin hepsini biliyordum ama yerinde yemek gerçekten farklıymış.
Akşam Hopa'ya doğru yola çıktık.Yarın planımıza göre Hopa,Sarp ve Ayder Yaylası var.

Doğal manzarının ve yemeklerin  bu kadar güzel olduğu geziye  türkülerinde eşlik etmesi gerek.Ben Karadeniz'i  Kazım Koyuncu , Fuat Saka, Sevval Sam ya da Karmate'nin türküleri ile gezdim.Resimlere bakarken size de eşlik etsin istedim...